ÖZET
Coronavirus’lar (Cov), soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS – CoV) ve Ağır Akut Solunum Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS-CoV) gibi daha ciddi hastalıklara neden olan bir virüs ailesidir. Koronavirüs 16 Mart 2020 tarihi itibari ile yaklaşık 130 ülkeye yayılarak, tüm insanlık hayatını tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Korona virüsün taraflar arasında yapılan sözleşmelerde “MÜCBİR SEBEP” sayılıp sayılamayacağı önemli bir husustur. Koronavirüs’de herhangi bir ilaç veya tedavinin olmaması söz konusu olduğundan yerleşik düşünceye göre koronavirüs’ün mücbir sebep sayılması gerekeceği ağırlık kazanmakta olup, TBK’nın 136. maddesi kapsamında mücbir sebepten kaynaklı olarak sözleşmelerde yer alan mağdur tarafın ifa imkansızlığından yararlanması kabul görmeli ve bu durum sözleşmenin tarafı olan diğer kişiye ihbarla bildirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Koronavirüs; Mücbir Sebep; İfa imkansızlığı; TBK m. 136
İletişim:
Esentepe Mah. Büyükdere Cad. Kasap Sok. Eser Apt.
B Blok No:18 K:3 D:32 Şişli/İSTANBUL/TÜRKİYE
Tel: +90 (212) 216 77 09 Fax: +90 (212) 2016 90 96
karaahmetogluhukuk@hotmail.com
KORONAVİRÜS NEDİR?[1]
Coronavirus’lar (Cov), soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS – CoV) ve Ağır Akut Solunum Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS-CoV) gibi daha ciddi hastalıklara neden olan bir virüs ailesidir. Yapılan kapsamlı araştırmalar sonucunda, SARS-CoV’un misk kedilerinden, MERS-CoV’un ise tek hörgüçlü develerden insanlara bulaştığı ortaya çıkmıştır. Henüz insanlara bulaşmamış olan ancak hayvanlarda saptanan birçok coronavirüs (koronavirüs) mevcuttur. Coronavirus’ların insanlarda dolaşımda olan alt tipleri (HCoV-229E, HCoV-OC43, HCoV-NL63 ve HKU1-CoV) çoğunlukla soğuk algınlığına sebep olan virüslerdir. SARS-CoV, 21. Yüzyılın ilk uluslararası sağlık acil durumu olarak 2003 yılında, daha önceden bilinmeyen bir virüs halinde ortaya çıkmış olup yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Yaklaşık 10 yıl sonra Coronavirus (koronavirüs) ailesinden, daha önce insan ya da hayvanlarda varlığı gösterilmemiş olan MERS-CoV (Middle East Respiratory Syndrome Coronavirus) Eylül 2012’de ilk defa insanlarda Suudi Arabistan’da tanımlanmış; ancak daha sonra aslında ilk vakaların Nisan 2012’de Ürdün Zarqa’daki bir hastanede görüldüğü ortaya çıkmıştır. 31 Aralık 2019’da DSÖ Çin Ülke Ofisi, Çin’in Hubei eyaletinin Vuhan şehrinde etiyolojisi bilinmeyen pnömoni vakalarını bildirmiştir. 7 Ocak 2020’de etken daha önce insanlarda tespit edilmemiş yeni Coronavirus (koronavirüs) (2019-nCoV) olarak tanımlanmıştır. Daha sonra 2019-nCoV hastalığının adı COVID-19 olarak kabul edilmiştir. COVID-19 virüsü, SARS-CoV ve MERS-CoV’unda içine bulunduğu beta-coronavirus (beta-koronavirüs) ailesi içinde yer almaktadır.
Koronavirüs 16 Mart 2020 tarihi itibari ile yaklaşık 130 ülkeye yayılarak, tüm insanlık hayatını tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Aralık ayında Çin’de ortaya çıktıktan sonra kısa bir süre içerisinde dünyanın çeşitli bölgelerinde etkisini gösteren ve çok sayıda insanın ölümüne sebep olan corona virüs salgınına ilişkin verileri düzenli olarak kamuoyu ile paylaşıyor. Şu ana kadar virüsün enfekte olduğu kişi sayısı ile koronavirüs sebebiyle hayatını kaybeden insanlara bakıldığında ölüm oranının %3.4 olduğu açıklandı. Dünya Sağlık Örgütü Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus tarafından yapılan açıklamada aynı zamanda söz konusu oranın yaş, cinsiyet, sağlık geçmişi gibi değişkenlere bağlı olarak farklılık gösterebileceği belirtildi. İstatistiklere bakıldığında en yüksek ölüm oranının ise 80 yaş ve üzeri kişilerde olduğu görülüyor.
Koronavirüs en çok hangi yaş grubunu tehdit ediyor?
Dünya Sağlık Örgütü’nden alınan veriler üzerine oluşturulan raporda, bu oran 60-69 yaş grubu için %3,6, 50-59 yaş grubu için %1,3, 20-29 yaş grubu için %0,4 olarak saptanmıştır. İstatistiklere bakıldığı zaman; korona virüs nedeniyle ölüm oranın en az rastlanan yaş grubu ise 10-19, 20-29 ve 20-39 yaş grupları olarak görülmektedir. Söz konusu raporda, bu yaş gruplarında koronavirüs taşıyan ve bu nedenle hayatını kaybedenlerin oranı %0,2 olarak ifade edilmektedir. Başka bir deyişle bu yaş gruplarında korona virüs taşıyan her 1000 kişiden 2’si hayatını kaybetmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün güncel 16 Mart 2020 tarihli raporuna göre Koronavirüs vakaları 130 ülkede görülmüştür. Kamuyla paylaşılan verilere göre Çin Halk Cumhuriyeti’nde 80955 vaka 3099 ölüm, Kore Cumhuriyeti’nde 7755 vaka, İtalya’da 10149 vaka 1809 ölüm, İran’da 8042 vaka 724 ölüm, İspanya’da 1639 vaka 292 ölüm gerçekleşmiş olup, Fransa’da 1774 kişi, Almanya’da 1296 kişi ve Birleşik Krallık’ta 373 kişi hakkında koronavirüs teşhisi konmuştur. Dünya genelinde ise 167.000 kişide koronavirüs teşhis edilmiş olmakla birlikte 6.400 kişi hayatını kaybetmiştir. 12 Mart 2020 tarihinde ise bu kez Kongo ve Ülkemizde koronavirüs vakasına[2] rastlanmıştır.
KORONAVİRÜS HUKUK SİSTEMİMİZDE MÜCBİR SEBEP OLARAK KABUL GÖRÜR MÜ?
Bizim için önem arz eden konu ise korona virüsün taraflar arasında yapılan sözleşmelerde “MÜCBİR SEBEP” sayılıp sayılamayacağı noktasındadır. Borçlar Kanunu’nun 136. maddesi borcun sona ereceği ve borçlunun sorumlu tutulamayacağından yani ifa imkansızlığından bahsetmektedir. Her sözleşmenin temel amacı kuşkusuz tarafların karşılıklı yükümlülüklerini yerine getirmesidir. Hukukun genel ilkelerinden olan “pacta sunt servanda” ilkesi anlamında, tarafların aralarındaki sözleşme kapsamında sahip oldukları yükümlülüklerin ifası, sözleşmenin imzalanmasını müteakip değişen koşullardan etkilenmemelidir. Bu nedenle taraflar aralarındaki sözleşmenin hükümlerine aynen uymakla yükümlüdür. Bununla birlikte taraflar pacta sunt servanda ilkesine rağmen; kendi kontrolleri dışında gelişen bazı durumlar veya şartlar nedeniyle taraflar yükümlülüklerini yerine getirememektedirler. Bu durumda, gerekli koşulların gerçekleşmesi halinde, belirtilen bu durumdan ifası etkilenen taraf Türk hukuku kapsamında “ifa imkânsızlığı” hükümlerine dayanabilecektir. Türk Borçlar Kanunu’nun 136, 137 ve 138. Maddeleri ifa imkansızlığını düzenlemektedir.
Yargıtay genel olarak, ekonomik koşulların değişmesi, yüksek enflasyon ve para değerinin düşmesi hallerini ifa imkânsızlığı hükümlerini uygulama bakımından yeterli görmemektedir. Ancak Yargıtay tarafından koronavirüsün dünya üzerinde ciddi salgın tehdidi oluşturmasının TBK’nın 136. maddesinde yer alan ifa imkansızlığı olarak değerlendirilmesi gerekeceğini düşünmekteyiz.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu
- İfa imkânsızlığı
I. Genel olarak
MADDE 136– Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle
imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu
hükmün dışındadır.
Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması
için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.
- Kısmi ifa imkânsızlığı
MADDE 137- Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.
III. Aşırı ifa güçlüğü
MADDE 138- Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.
Borçlar Kanunu’nun 136. maddesindeki ifa imkansızlığı daha çok taraflar arasında akdedilen sözleşmelerde yer almaktadır. Borçlar Kanunu’nda ve diğer kanunlarda “MÜCBİR SEBEP” tanımına net bir şekilde yer verilmemiştir. Öğretide mücbir sebep kavramının tanımı ve unsurları konusunda tam bir görüş birliği bulunmamakla birlikte, bu çalışmada benimsenen yaklaşıma göre “genel olarak sözleşmenin yapıldığı zamanda öngörülemeyen ve öngörülme imkanı bulunmayan, yüklenen borcun edimlerini yerine getirilmesini engelleyen, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir hadise” olarak tanımlanmaktadır. Öğretide mücbir sebebin varlığı belirli şartlara bağlanmıştır. Prof. Dr. Turan Yıldırım bu şartları[3] şu şekilde sıralamıştır;
1-) Mücbir sebebin, mücbir sebebi öne süren taraftan kaynaklanan bir kusurdan ileri gelmiş olmaması,
2-) Taahhüdün yerine getirilmesine engel teşkil etmesi,
3-) Mücbir sebebi öne süren tarafın bu engeli ortadan kaldırma imkanının olmaması,
4-) Öne sürülecek mücbir sebep gerekçesinin somut olayın şartlarına bağlı olarak yeterli görülmesidir.
Mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder.[4] Mücbir sebep (force majeure); tarafların belirli bir süreye bağlı olarak yerine getirmesi gereken ödev, yükümlülük veya borçlarını yerine getirme sırasında iradesini geçici olarak ortadan kaldıran ve dıştan gelen fiili bir durumdur. Yani gerçek dünyada meydana gelen bir olayın hukuk aleminde söz konusu olan bir ödev, yükümlülük veya borcun yerine getirilmesini ya da bir hakkın kullanılmasını geçici olarak durdurmasıdır.[5]
T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU’NUN 27.06.2018 TARİHLİ, 2017/90 ESAS VE 2018/1259 KARAR sayılı ilamı; “…Davacı vekili, müvekkili şirketin Libya’daki -savaş nedeniyle- işçilerini bir an önce tahliye etmek istediğini, bedelini davalı tarafa peşin ödemek suretiyle davalıdan bir uçak kiralamış olduğunu, kiralanan uçağın gününde uçmadığı gibi, uçuş kartları teslim edilen davacı işçileri yerine başka bir şirket işçilerini Türkiye’ye getirdiğinden, taraflar arasındaki uçak kiralama sözleşmesinin müvekkilince derhal fesih edilerek, işçilerin Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklarla tahliyesinin sağlanmış olduğunu, davalı tarafa ödenen bedelin iadesi talebini içeren icra takibine davalı tarafa yapılan haksız itirazın iptali ile takibin devamına, davalının alacağın %40’dan aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, mücbir sebepler altında başka bir firmanın yolcularını tahliye ettiğini, akabinde yeni bir uçak hazır ettiğini, ancak davacı yolcularının bu uçağa binmediğini, davacının herhangi bir zararının doğmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme davacının davasının reddine ve davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi kararın davacı yararına bozulmasına karar vererek dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı şirketin sağladığı uçak ile taraflar arasında sözleşmede belirtilen hava limanına davacı şirketin işçileri dışındaki yolcuların taşınmış olması karşısında, Libya’daki iç savaşın taşıma sözleşmesinin 9’uncu maddesinde sayılan mücbir sebep olarak kabulünün mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının sözleşmeyi feshinin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı ve davalının taşıma ücretine hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere hava taşıma sözleşmesi, taraflardan birinin (taşıyıcı) hava aracı ile yolcu/bagaj ya da eşya taşımayı, diğer tarafın da (yolcu/gönderen) bunun karşılığında bir ücret ödemeyi kabul ettiği bir sözleşmedir.
Hava yolu ile yolcu taşıma sözleşmeleri bakımından yolcunun asıl borcu, taşıma ücretini ödemektir. Diğer bir borcu ise belirlenen sürede hava aracının hareket edeceği yerde hazır bulunmaktır. Taşıyıcının en önemli borcu ise taşımayı gerektiği gibi ve zamanında yapma borcudur. Taşıyıcının bu borcunu yerine getirerek yolcuyu varma yerine götürmesi için öncelikle hava seferini gerçekleştirmesi ve yolcunun sefere katılmasını sağlaması gerekmektedir.
Çarter sözleşmesi ise deniz hukukunun geliştirdiği bir sözleşme türüdür. Hava taşıma endüstrisinde çarter, geniş anlamda tarifesiz seferler için kullanılmaktadır. Çarter sözleşmesinde hava aracının tahsisi söz konusudur. Çarter sözleşmesi taşımanın üstlenilmesi ile taşıma sözleşmesi hüviyetini kazanır (Özdemir, A.: Hava Taşıyıcısının Sorumluluğu, Ankara, s.10). Taşıyıcı sıfatı da taşıma aracının tahsisi yanında taşımanın üstlenilmesi ile kazanılır.
Eldeki uyuşmazlığa uygulanacak hukuka gelince, yerel mahkemece ve taraflarca sıkça atıfta bulunulan Varşova Konvansiyonu, hava aracı ile ücret karşılığında yapılan bütün uluslararası insan, bagaj veya eşya taşımalarında uygulanır. Çarter sözleşmesinde taşıma taahhüt edilmediği, hava aracının taşıma kapasitesinin devri (tahsisi, bırakılması) söz konusu olduğu için taşıma sözleşmesi biçiminde ele alınamaz. Ancak çarter sözleşmesinde taşıma taahhüdü varsa, Varşova Konvansiyonu hükümleri uygulanabilecektir (Ülgen, H.: Hava Taşıma Sözleşmesi, Ankara 1987, s.31-32). Uyuşmazlığa konu sözleşmede ise davalı şirket tarafından yolcu taşıma taahhüdünde bulunulmasına karşın sözleşmede belirtilen taşıma gerçekleşmemiş, davacı da bir zararın tazminini değil, sözleşme nedeniyle peşin ödenen bedelin iadesi isteminde bulunmuştur. Varşova Konvansiyonunda taşıyıcının borcunu hiç yerine getirmemesinin sonuçlarına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle dava konusu çarter sözleşmesine Konvansiyon hükümleri uygulanmaz. Uyuşmazlığın çözümünde, taraflar arasında imzalanan hava çarter sözleşmesi hükümleri, borçlar hukukundaki emredici hükümlere aykırılık teşkil etmedikçe uygulanmalıdır.
Diğer taraftan geniş anlamda hukuki sorumluluk, “sözleşme sorumluluğu” ve “sözleşme dışı sorumluluk” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sözleşme sorumluluğunda, zarara sebep olan olayın öncesinde taraflar arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmakta ve sorumluluk bu sözleşme ilişkisinin ihlalinden kaynaklanmaktadır. Sözleşme dışı sorumlulukta ise taraflar arasında böyle bir ilişki bulunmamakta, hukuki ilişki zarar verici olayın gerçekleştiği anda doğmakta ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına verilen zarar nedeniyle sorumluluk söz konusu olmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda taraflar arasında sözleşme ilişkisinin bulunduğu kuşkusuz dur. Bu nedenle borçlunun borçtan kurtulması için bir kurtuluş kanıtı getirmesi, diğer bir anlatımla borcun yerine getirilmemesinde kendisinin bir kusuru olmadığını, taşımanın yapılmamış olmasının umulmayan bir hâlden veya mücbir sebepten kaynaklandığını kanıtlaması gerekmektedir. Nitekim davalı taraf da sözleşme konusu taşımanın mücbir sebep nedeniyle gerçekleştirilemediğini, kendisinin bir kusuru bulunmadığını savunmuştur.
Bu noktada “mücbir sebep” kavramı üzerinde kısaca durulmasında fayda vardır.
Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır.[6] Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.
Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi mücbir sebebin birtakım unsurları vardır. Öncelikle mücbir sebep, zorlayıcı bir olaydır. Bu olay doğal, sosyal veya hukuki bir olay olabileceği gibi insana bağlı beşeri bir olay da olabilir. Bu olay, zarar verenin faaliyet ve işletmesi dışında kalan bir olay olmalıdır. Mücbir sebep nedeniyle zarar veren, bir davranış normunu veya sözleşmeden doğan bir borcu ihlal etmiş olmalıdır. Yine mücbir sebep, davranış normunun ihlali ya da borca aykırılığın sebebi olmalı ve kaçınılmaz bir şekilde buna yol açmış olmalıdır. Kaçınılmazlık kavramı, mücbir sebep yönünden karşı konulmazlık ve önlenemezlik kavramını da kapsar. Mücbir sebebin bir diğer unsuru ise ön görülmezliktir.
Taraflar arasındaki Hava Çarter Sözleşmesine bakıldığında da 9’uncu maddesinde mücbir sebep hâlinin düzenlendiği, maddede savaş ve isyanlar mücbir sebep olarak sayıldıktan sonra “…bu sebeplerin gerçekleşmesi durumunda hiçbir taraf ne diğer tarafa herhangi bir zarar, hasar ya da doğrudan ya da dolaylı olarak yükümlülüklerinden herhangi birini yerine getirmediğinden ya da yerine getirmede geciktiğinden başka türlü nedenle yükümlü olacak, ne de bu olaylar işbu Çarter Sözleşmesinin herhangi bir ihlali sayılacaktır” denildiği görülmektedir.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde; öncelikle belirtmek gerekir ki uçağın hava limanına iniş ve kalkışında bir mücbir sebebin bulunmadığı konusunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Yerel mahkemece, davalının 24.02.2011 tarihinde hava limanında uçağı hazır etmiş olmasına karşın savaş şartlarında yaşanan kargaşa nedeniyle yolcuların uçuş kartları kontrol edilemeden davacı şirket çalışanları dışındaki başka yolcuların uçağa yerleştirildiği ve bu şekilde hareket etmek zorunda kaldığı, uçaklar hava limanına inmelerine karşın iç savaş koşulları nedeniyle hava yolu çalışanlarının yolcuların uçaklara alınması konusunda olağan zamandaki gibi çalışma ve denetimlerini sağlayamadıkları, mücbir sebebin sadece uçakların hava alanına iniş kalkışları ile sınırlı tutulmasının yetersiz olacağı vurgulanarak, bu noktada bir mücbir sebebin bulunduğu kabul edilmiş ise de dosya kapsamından davalı şirketin davacı şirket çalışanlarının biniş kartlarını 23.02.2011 tarihinde düzenlediği ve yolcu listesinin davalı şirkette bulunduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar hava limanında bir kargaşa yaşanıyor olsa da taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin Libya’da zaten yaşanmakta olan iç savaş ve kargaşa nedeniyle davacı şirketin orada çalışan işçilerinin güvenli bir şekilde ülkelerine dönmelerini sağlamak üzere yapıldığı dikkate alındığında, hava limanında da bir kargaşa veya karışıklığın yaşanmasının öngörülemeyen bir durum olduğu söylenemez. Zira sözleşmenin düzenlendiği anda ülkede iç savaş ve kargaşa hali sürmekte olup, davalı şirketin iç savaş halini mücbir sebep olarak ileri sürmesi iyi niyetli bir davranış olarak değerlendirilemez. Davacı şirket işçilerinin biniş kartları dahi düzenlenmiş iken bu işçiler dışında başka yolcuların taşınmış olması, gerekli tüm önlemlerin davalı şirket tarafından alınmadığını, biniş kartları ve yolcu listesini kontrol etmeyen davalı şirketin kusurlu davrandığını göstermektedir.
Ayrıca, davalı şirket tarafından yeni uçağın 1-2 saat içerisinde hazırlandığı ileri sürülmüş ve mahkemece de bu şekilde kabul edilerek 1-2 saatlik gecikme nedeniyle sözleşmenin feshinin haksız olduğu kabul edilmiş ise de dosya kapsamından davacı tarafın işçilerini taşıması gereken uçağın 24.02.2011 günü saat 09:00’da Tripoli’den İstanbul’a başka şirketin işçilerini almak suretiyle hareket ettiği, sözleşmenin davacı tarafından aynı gün saat 12:36’da feshinden sonra davalı tarafın davacıya mail göndermek suretiyle yeni uçağın 24.02.2011 günü saat 18:25’de Tripoli’den kalkacağını bildirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda ilk uçuşla alternatif uçağın hazır olacağı zaman arasında yaklaşık 9 saatlik bir fark bulunmakta olup, davacının bu durum nedeniyle mümkün olan en kısa süre içerisinde işçilerini taşımak istemesi onların güvenliğini sağlamaya yöneliktir. Davalının savaş koşullarında düzenlenen sözleşme gereğince üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemesi nedeniyle davacının sözleşmeyi feshetmesi haklı sebebe dayandığı gibi davalının zamanında taşımanın yapılmaması nedeniyle kendisine bildirilen fesihten sonra 24.02.2011 tarihinde uçağını aynı yere gönderdiğinden bahisle taşıma ücretine hak kazandığından da söz edilemez.
Bununla birlikte, taraflar arasında kararlaştırılan uçuş tarihinin 24.02.2011 olmasına karşın Özel Daire bozma kararının beşinci paragrafının dördüncü satırında yer alan “…23.02.2011…” tarihinin maddi hataya dayalı olarak yazıldığı ve yine Özel Daire bozma kararının beşinci paragrafının dokuzuncu satırında “…davacı tarafça…” yazılması gerekirken maddi hata sonucunda “…davalı tarafça…” yazıldığı anlaşılmakla, sözleşme tarihi olarak belirtilen “23.02.2011” tarihinin bozma kararından çıkartılması, “…davalı tarafça…”nın “…davacı tarafça…” şeklinde düzeltilmesi gerekmiştir.
Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile yukarıda açıklanan Özel Daire bozma kararının beşinci paragrafında yer alan maddi hataların giderilerek, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.06.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.”[7] şeklindedir.
Yargıtay Genel Kurulunun 27.06.2018 tarihli bu kararında kısaca “deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler” mücbir sebep olarak kabul edilmektedir.
T.C. YARGITAY 23.HUKUK DAİRESİ’NİN 11.02.2016 TARİHLİ ,2015/7538 ESAS VE 2016/719 KARAR sayılı ilamı; “Bilirkişi raporlarından ikinci raporun, ilk raporun eleştirisinin yapılması, hukuki değerlendirmelerinin olaya uygun düşmesi nedeniyle hükme Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Bu nedenle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanması gerekir.
Dava: Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
Karar: Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında 2006 yaz sezonu kontenjan sözleşmesi imzalandığını, sözleşmeye göre 01.04.2006 – 31.10.2006 tarihleri arası sözleşme hükümleri geçerli olmak üzere müvekkiline ait otel tarafından acenteye yüksek sezon için 3 gün, diğer dönemler için 1 gün, konaklama tutarının % 60’ı kadar NO-SHOW uygulanacak şekilde anlaşmaya varıldığını, ayrıca acente rehberinin yiyecek içecek hizmetlerinden ücret alınmadığını, ekstra harcamalarına da % 50 indirim yapıldığını, sözleşmenin diğer hükümlerine de harfiyen uyulduğunu, ancak davalının edimlerini yerine getirmediğini, olayla ilgili hakem sıfatıyla … tarafından dava açılması yönünde görüş bildirildiğini, davalının borcunun 50.000,00 USD’sini ödemediğini ve hakem incelemesinde mücbir sebebe dayandığını, sözleşmede davalının öne sürdüğü mücbir sebep hallerinin hiçbirinin gösterilmediğini, davalının mücbir sebeple ilgili sözleşmenin 14. maddesine dayanarak ihtirazı kayıtta bulunmayarak kısmi ödeme yapmasına rağmen daha sonra ödemeden kaçarak mücbir sebebe dayanmasının kötü niyetli olduğunu ileri sürerek, fazlaya dair hakları saklı tutularak muacceliyet tarihinden geçerli olmak üzere 10.000,00 USD’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 26.03.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile 10.000,00 USD olan dava değerini 25.761,18 USD artırarak 35.761,18 USD olarak davayı ıslah etmiştir.
Davalı vekili, 2006 yılında … ve …’da yaşanan bombalı saldırılar nedeniyle turizmin büyük sıkıntıya girdiğini, turist sayısındaki azalma ve otellerin yatak kapasitesindeki ihtiyaç fazlasının fiyatların düşmesine neden olduğunu, bu durumun mücbir sebep olduğunu, aynı fiyatlara 5 yıldızlı oteller varken müvekkilinin davacı otele müşteri göndermeye devam ettiğini, sözleşmeye göre müvekkilinin ödemesi gereken bedelden daha fazla miktarda 99.500,00 USD ödeme yaptığını, davacının müvekkiline 10.200,00 USD borcu olduğunu, … raporuna göre müvekkilinin davalıya ödemesi gereken bedelin 107.438,00 USD olduğunu, bu bedelden geceleme yapılmayan her odada 2 turist olmak üzere 1149 oda için davacının yapması gereken yeme, içme, oda tekstillerinin yıkanması, hizmet bedelleri gibi giderlerin düşülmesi gerektiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, deliller, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davalının davacı ile imzaladığı sözleşme uyarınca toplamda 95.000,00 USD ödediği, davalının kuş gribi ve bombalamaların mücbir sebep oluşturduğu savunmasına tarafların tacir olmaları, olayların etkisinin sınırlı olduğunun belirlenmesi ve aralarındaki sözleşme nazara alınarak kabul görmediği, davalının doldurulmayan odalardan dolayı davacının tasarruf ettiği ve bunların düşülmesi gerektiği savunması da sözleşme hükümleri gereğince yerinde görülmediği, alınan bilirkişi raporlarından ikinci raporun, ilk raporun eleştirisinin yapılması, hukuki değerlendirmelerinin olaya uygun düşmesi nedeniyle hükme Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, fazla yatırılan onama harcının istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.02.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.” şeklindedir.
Her iki örnek yanında Yargıtay Hukuk Daireleri’nin farklı olaylarda birçok değişken kararları mevcuttur.[8] Ancak koronavirüs gibi ciddi bir salgının sonuçlarının bu kararlarda yer verilen olayların sonuçları gibi olmayacağı ve genel anlamda kuş gribi ve ülkemizde daha önce yaşanmış terör tehdidinin aksine koronavirüs’ün mücbir sebepten sayılabileceği kanaatindeyiz.
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 11.02.2016 tarihli kararında davalı tarafın kuş gribini mücbir sebep oluşturduğuna ve bu nedenle ifa imkansızlığının kabul edilmesine yönelik savunması kabul görmemiştir. Bu savunmanın kabul görmemesi kuş gribinin ilacının bulunmasından kaynaklandığı ifade edilmiştir. Koronavirüs’de ise herhangi bir ilaç veya tedavinin olmaması söz konusu olduğundan yerleşik düşünceye göre koronavirüs’ün mücbir sebep sayılması gerekeceği ağırlık kazanmaktadır.
Koronavirüs yayılmasını önlemek amacı ile Avrupa Konseyi ve Dünya Ticaret Örgütü gibi pek çok uluslararası kuruluş ile üniversitelerde toplantılar, spor müsabakaları, gösteriler ve organizasyonlar iptal edilmiştir. Hatta birçok ülke sınırlarını kapatarak bireylere seyahat kısıtlaması getirmişlerdir. Bazı ülkelerde daha da ileriye gidilerek karantina uygulanarak vatandaşlara sokağa çıkma yasağı da koyarak çağımıza uygun olmayan tedbirlere başvurulmaktadır. Bu nedenle seyahat özgürlüğünün kısıtlanması amacı ile şirketlerin özellikle tedarik zincirlerinde sorunlar yaşanmaktadır.
Tüm bu açıklamalar yanında hangi hallerin mücbir sebep teşkil edeceğine yönelik en önemli veri Milletlerarası Ticaret Odası’nın (ICC) 2003 yılında yayımlamış olduğu tavsiye niteliğindeki “Mücbir Sebep ve Beklenmeyen Hal Klozu’nun 3. Maddesinde açıklanmak olup,[9]salgın da bu hallerden biri olarak kabul edilmiştir.
Mücbir Sebep ve Beklenmeyen Hal Klozu’nun 3/e maddesi; “Ortaya çıkması önceden kestirilemeyen olay, veba, salgın, doğal afet, şiddetli fırtına, kasırga, tayfun, kar fırtınası, deprem, volkanik aktivite, heyelan, gelgit, tsunami, sel, yıldırım, kuraklık nedeni ile yıkım.” şeklindedir.
Belirtmek gerekir ki; özellikle tedarik zinciri ve üretim aşamalarında ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Avrupa Birliği Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından yapılan bir değerlendirme[10] baz alınarak yayımlanan bir makalede, koronavirüs’ün dünya ekonomisine etkisinin 2.7 trilyon Amerikan doları olabileceği öngörülmüştür.
Son olarak Iran Koronavirüs salgını nedeni ile Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, 12.03.2020 tarihinde yaptığı bir açıklamada, İran‘ı sert bir şekilde etkileyen koronavirüs salgınıyla savaşmasına yardımcı olması için Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) acil fon desteği istedi. IMF genel müdürü Kristalina Georgieva, geçtiğimiz günlerde koronavirüsten etkilenen ülkelere destek sağlanacağını belirtmişti. İran Merkez Bankası şefi Abdolnaser Hemmati de sosyal medya hesabında “IMF başkanına gönderilen mektupta koronavirüsle mücadelemize yardımcı olmak için acil durum fonundan beş milyar dolar talep ettiklerini” belirtti.[11] Bunun yanında Türkiye Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı’nın 06.03.2020 tarihli duyurusunda paket tur uygulamasının durdurulduğunu açıklaması koronovirüs salgınının mücbir sebeplerden biri haline geldiğinin örneklerinden biri haline dönüşmüştür.
Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, Koronavirüs Bilim Kurulu toplantısına katıldı. Üç bakan, toplantının ardından ortak basın açıklaması yaptı.[12] Bakan Koca, küresel bir nitelik kazanan koronavirüs olayında 90-91 günlük süreç boyunca tereddütsüz sergilenen şeffaflığın, güvenilir bilginin kaynağı olma sorumluluğunun kendilerine yüklediği bir ödev olduğu değerlendirmesinde bulundu. “Şu an geliştirilmiş somut herhangi bir ilaç, aşı durumu söz konusu değil” diyen Koca, koronavirüs testlerinin yüzde 99,6 oranında duyarlı olan, bu anlamda dünyada bilinen en gelişmiş test olduğunu dile getirdi. Toplantı sonrası açıklamada bulunan Ersoy, “15 Nisan virüs açısından hassas bir tarih. Mümkünse yurt dışından Türkiye’ye turizm talebinin Nisan sonuna ertelenmesi mantıklı geliyor. Geçen seneye kıyasla daha az turistin gelmesini sağlamanın sağlıklı çözüm olacağına karar verdik.” şeklinde açıklamada bulunmuştur.
Ülkemizin koronavirüs nedeni ile olağanüstü tedbirler alması yanında kurulan koronavirüs bilim kurulu yoğun bir şekilde toplantılar yapmasının salgının ne denli büyük olduğunun göstergesi olarak kabul edilmelidir. Hal böyle olunca kamu sağlığını koruma amaçlı devlet uygulamaları neticesinde sözleşme konusunun ifasının imkansız veya insan sağlığı açısından oldukça tehlikeli hale gelmesine ilişkin mücbir sebep halinin varlığını ortaya koymaktadır. Buna ilaveten şahsa bağlı sözleşmelerde (persona intuitae) sözleşmesel edimi ifaya yükümlü şahsın yine belirtildiği şekilde bir seyahat engelinin oluşması ve bu engelin, şahsı edimin ifasını imkânsız kılması halinde ortada yine mücbir bir sebebin varlığı iddia edilmelidir. Bu bağlamda sözleşmesel taahhüdün yerine getirilmesini engelleyici niteliği tespit edebilen sözleşme ilişkilerinde koronavirüs salgını mücbir sebep olarak kabul edilmelidir.
TBK madde 136 uyarınca; sözleşme kapsamındaki tüm yükümlülüklerin yerine getirilmesi borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borçlu o yükümlülüklerini yerine getirmekten kurtulur. Bununla birlikte borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.[13]
Tüm bu açıklamalar ışığında Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan koronavirüs’ün ciddi bir salgın olduğu kabul edilmelidir. Halihazırda hiçbir ülke bu salgını durdurma amacı ile bir ilaç geliştiremediği için ülkeler günlük ve ilkel tedbirlerle bu salgının yayılmasını engellemeye çabalamaktadırlar. Gelinen noktada tüm dünyayı saran bu ölümcül tehdit ile ülkelerin sınırlarını kapatarak veya vakaların görüldüğü yerlerin karantinaya alınması ve sokağa çıkma yasağı gibi geçici tedbirlerle mücadele edilmekte olduğunu görebilmekteyiz.
Bu virüsün yayılması nedeniyle birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bir panik yaşanmaktadır. Korona virüsün küresel ölçekte yayılmasının etkileri dünyanın dört bir yanında süpermarketlerin adeta yağmalanmasından görülüyor. Virüsün yayılmadığı bölgelerde dahi marketlerin tüketiciler tarafından boşaltılması, eczanelerde maskelerin tükenmesi akıllara insanların neden panikle alışveriş yaptığı sorusunu getiriyor.
Bloomberg’in haberine göre, panikle satın alma şimdiden daha büyük zararlar verme potansiyelini taşıyor. ABD Sağlık Dairesi Başkanlığı’ndan yapılan çağrıda doktorların maske bulamaması ihtimaline karşı Amerikalıları daha fazla yüz maskesi almamaları konusunda istekte bulundu. Japonya ise maske satanlara ceza getireceğini söyledi.[14]
Sonuç olarak koronavirüsün mücbir sebep sayılıp sayılmaması hukuki olarak henüz tartışılmaya başlanmamış ve bu nedenle fikir birliği bulunmayan bir husus olmakla birlikte hukuk bürosu olarak yaptığımız değerlendirmede koronavirüsün mücbir sebep sayılması konusunda kanaate varılmıştır. Ülkemizi ve hatta tüm dünyayı tehdit etmesi nedeniyle bu hali ile TBK’nın 136. madde kapsamında mücbir sebepten kaynaklı olarak sözleşmelerde yer alan mağdur tarafın ifa imkansızlığından yararlanması kabul görmeli ve bu durum sözleşmenin tarafı olan diğer kişiye ihbarla bildirilmelidir.
KAYNAKLAR
- https://medicana.com.tr/saglik-rehberi-detay/9023/corona-korona-virusu-nedir
- Sağlık Bakanı Koca’nın 16.03.2020 tarihli açıklaması
- Dr.Turan Yıldırım,Danıştay Kararlarında Mücbir Sebep Kavramı,Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi Cilt 25,Sayı 2,Sayf 3.
- Danıştay 11. Daire, 29.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K. Sayılı Kararı
- Gökhan Kürşat Yerlikaya, “Türk Vergi Hukukunda Mücbir Sebep Halinin Dava veTemyiz Süresini Durdurup Durmayacağı Sorunu”, Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yalova, 2012;1(1):43-56.
- (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 582).
- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.06.2018 gün 2017/90 esas ve 2018/1259 sayılı kararı.
- Yargıtay 11.HD.2013/11759 E.2015/3693 K.-Yargıtay 17.HD.2015/11 E.2015/6217 K-Yargıtay 11.HD. 2015/10768 E. 2016/4782 K.
- Milletlerarası Ticaret Odası,Mücbir Sebep Klozu,2003 için bakınız:https://iccwbo.org/content/uploads/sites
- Bloomberg,coronavirus could cost the global.Economy 2.7 Trillion USD
- https://www.cnnturk.com/dunya/son-dakika-iran-koronavirus-nedeniyle-imfden-yardim-istedi
- https://www.saglik.gov.tr/TR,64397/uc-bakan-koronavirus-bilim-kurulu-toplantisinin-ardindan-aciklama-yapti.html
- http://www.kasaroglu.av.tr/tr/28779/Sozlesmelerin-Ifa-Imk-nsizligi
- borsagundem.com/haber/korona-virusu-market-yagmalatiyor-iste-sebebi/1476096
[1]https://medicana.com.tr/saglik-rehberi-detay/9023/corona-korona-virusu-nedir
[2] Sağlık Bakanı Koca’nın açıklaması ile 16.03.2020 tarihi itibari ile 18 vakaya rastlanmıştır.
[3] Prof.Dr.Turan Yıldırım,Danıştay Kararlarında Mücbir Sebep Kavramı,Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi Cilt 25,Sayı 2,Sayf 3.
[4] Danıştay 11. Daire, 29.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K. Sayılı Kararı
[5] Gökhan Kürşat Yerlikaya, “Türk Vergi Hukukunda Mücbir Sebep Halinin Dava veTemyiz Süresini Durdurup Durmayacağı Sorunu”, Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yalova, 2012;1(1):43-56.
[6] (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 582).
[7] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.06.2018 gün 2017/90 esas ve 2018/1259 sayılı kararı.
[8] Yargıtay 11.HD.2013/11759 E.2015/3693 K.-Yargıtay 17.HD.2015/11 E.2015/6217 K-Yargıtay 11.HD. 2015/10768 E. 2016/4782 K.
[9] Milletlerarası Ticaret Odası,Mücbir Sebep Klozu,2003 için bakınız:https://iccwbo.org/content/uploads/sites
[10] Bloomberg,coronavirus could cost the global.Economy 2.7 Trillion USD
[11] https://www.cnnturk.com/dunya/son-dakika-iran-koronavirus-nedeniyle-imfden-yardim-istedi
[12] https://www.saglik.gov.tr/TR,64397/uc-bakan-koronavirus-bilim-kurulu-toplantisinin-ardindan-aciklama-yapti.html
[13] http://www.kasaroglu.av.tr/tr/28779/Sozlesmelerin-Ifa-Imk-nsizligi
[14] www.borsagundem.com/haber/korona-virusu-market-yagmalatiyor-iste-sebebi/1476096